MERSİN'DE 1 GÜN
MERSİN'DE 1 GÜN
Antik kent kazılarından çıkarılan eserlerin sergilendiği bölümlere gelmiştim. Gerçekten etkileyiciydi ve lahitlerin sergilendiği alanın arkasında şu söz yazılıydı: "Her şey değişir, hiçbir şey yok olmaz."
Müze turuma İslami dönem ve Cumhuriyet dönemiyle devam ediyorum. Bu kata veda edip diğer kata çıkmadan önce "Sarıkeçili Yörüklerinin" anlatıldığı kısa filmi izliyorum. Atatürk'ün şu sözünde bahsettiği yörükler işte onlar: "Arkadaşlar! Gidip, Toros Dağları'na bakınız, eğer orada bir tek yörük çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman tütüyorsa, şunu çok iyi biliniz ki bu dünyada hiçbir güç ve kuvvet asla bizi yenemez."
Üst kata çıkan merdiven kenarlarındaki duvarlara monte edilmiş eserler muhteşem. Bu katta Mersin'deki antik kentlere detaylıca yer verilmiş. Uygarlıkları yeşerten Yumuktepe başlığıyla Yumuktepe anlatılmış ve çeşitli eserlere yer verilmiş. Mersin antik kentleri arasında beni en çok etkileyeni gidip görmediğim halde Soli-Pompeopolis antik kenti oldu. Buradan çıkarılan eserler sayıca fazlaydı ve heykeller büyük oranda korunmuştu. Bu heykeller arasında bizim oralardan birini görmek de mümkündü. Kim mi ? Tabiki Çallı şarap tanrısı Dionysos. Hemen yanında Apollon'un oğlu, sağlık ve hekimlik tanrısı Asklepios... Soli kentini az ilerideki oyun kolu bağlı ekrandan 360 derece gezmek de mümkündü. Müzenin bulunduğu cadde üzerinden Soli'ye giden otobüslerin geçtiğini o anda bilseydim kesinlikle giderdim. Elaiussa Sabeste kentinden çıkan eserleri ve sikkeleri inceledikten sonra gayet bu müze turundan keyif almış şekilde dışarıya çıktım. Dışarıdaki eserlere de şöyle bir göz ucuyla baktıktan sonra hemen müzenin önündeki yeşillik alanda bir bank bulup oturdum, biraz dinlendim.
Planıma sadık kalıp Mersin Deniz Müzesi kapısından içeriye girdim. Avludaki ilk gördüğüm şey bir dünya heykeli ve arka plandaki Muğdat Camii'nin minareleriydi. Biletimi hemen alıp inanılmaz sessiz olan Barbaros Hayrettin Salonu'ndan müzeyi dolaşmaya başladım. Çaka Bey'den başlayan denizcilik serüvenimizi adım adım takip ettim. Bu müzede özellikle tablolar başta olmak üzere her parça çok canlıydı ve bir anda kendinizi o dönemdeki bir denizci olarak hayal edebiliyordunuz. İlk kadırgadan Nusret Mayın gemisine, Ertuğrul fırkateyninden Savarona yatına, Hamidiye kruvazöründen Cumhuriyet sonrası yapılan modern gemilere kadar hepsinin son derece gerçekçi maketlerini dakikalarca inceledim. Denizcilik tarihindeki savaşları ve önemli olayları hep tarih derslerinden hatırlarız ve tarih dersi bize ezber gerektiren bir dersmiş gibi gelir oysa tarih müzelerdedir. Yağlı boya tablolardan gözümü alamadan müzenin diğer bölümlerine ilerledim. Kronolojik sıraya göre tüm önemli denizcilerimizin büstünün yer aldığı koridoru da gezdikten sonra müzenin satış yapılan kısmına uğradım. bir hatıra alsam iyiydi, özellikle oradaki hatıra şapkayı neden almadım ki? Mavi vatan meselesi çok önemli bir konu, bilinçli her birey mutlaka deniz müzelerini çocuklarıyla birlikte gezmeli. Müzenin dışındaki sergi alanına doğru ilerledim ki tadilatta olduğunu öğrenince bahçedeki Gözneli Gök Mehmet anıtını inceleyip müzeden ayrıldım. Bu arada Gözneli Gök Mehmet'in hikayesini mutlaka okuyun. Yine burada hatırlatmış olayım müzenin içinde Nusret Mayın Gemisi ile ilgili çokça tablo ve maket mevcut. Nusret'in orijinali de Mersin sınırları içerisinde, Tarsus'tadır.
Deniz Müzesini de gezdikten sonra şu son 3-4 saatte yaşadıklarımı, gördüklerimi ve hissettiklerimi sindirmek için bir dondurma alıp denize karşı oturuyorum. Burada bir süre oturduktan sonra Mersin Limanı'nda çalışan yakınımın yanına yürüyerek gitmek için çantamı topluyorum ve tabana kuvvet diyorum, mesafe yaklaşık 6 kilometre.
Sağımda sürekli deniz olacaktı bu yürüyüşte. Müfide İlhan Anıtı sol tarafımda dikkatimi çekti. Sonradan Müfide İlhan'ın hayatını biraz okuyunca çok etkilendim. Hilton Otel'i, tenis kulübünü geçtikten sonra dış görünüşü itibariyle bende ufak bir senato binasını çağrıştıran yapıyı ve önündeki kanatlı at heykelini gördüm. Burası Marehan Convention Center idi. Mare İtalyanca'da deniz demekmiş.
İlerledim. Sabahki Kızıl Deresi'nin denize dökülen kısmında Müftü Köprüsü'nden geçerek İsmet İnönü Bulvarı boyunca ilerledim. Yoğun balık ekmek kokusu ne yalan söyleyeyim beni kendine çekti. Sıra sıra teknelerde balık ekmek 15 lira yazıları asılıydı. Burası renkli olmasının yanında acayip gürültülüydü. Bir şey yemeden ilerledim. Atatürk Parkı'na ulaşmıştım. Burası kısmen daha sakindi. Çimlerin üzerinde biraz oturup limana yanaşan gemileri izledim. Daha sonra Mersin Oteli'nin oradan geçip Ulu Cami'nin meydanında dolandım. Karnım da acıkmıştı. Mersin'e gelinir de tantuni yenmez mi? Cevabım sanırım hayır. Suriyeli bir dönerciye oturup tavuk döner yedikten sonra eve götürmek üzere cezerye aldım.
Artık yakınımın çalıştığı limana geçebilirdim. Liman hemen yakındı ve onun da mesaisi bitmişti. Beraber önce onun evine geçtik. Sonra bir arkadaşıyla yemeğe çıktık ve yine sahile indik. Gece inanılmaz hareketliydi burası. Her yüz metrede bir canlı müzik vardı. Amatör sokak sanatçıları ekmeğinin peşindeydi. Gündüz buralara kadar gelmemiştim. İşte sağımızda Fenerbahçe Meydanı.
Sahildeki eğlence ve alışveriş mekanı olan Mersin Marina'da biraz dolanıp çıkıyoruz. Benim için Mersin macerasının sonu... Tekrar gelirsem eğer az ilerideki Galatasaray Meydanı'na gideceğim önce. Bir Galatasaraylıya tüm takımların meydanına gidip oraya gitmemek yakışmadı. Yakınımın evine dönüyoruz panoramik manzaralı balkondan son kez şehire bakıyorum. Yüksek bir bina dikkatimi çekiyor. 52 katlı binaya Mertim diyorlarmış, Mersin Ticaret Merkezi'nin kısaltması. İlginç özelliği de şu, bu bina tamamlandığı 1987 yılından 2000 yılına kadar Türkiye'nin en yüksek binasıymış.
Artık valizim hazır. Son dakikada otobüse yetişiyorum. İstikamet Denizli.
Günün birinde daha detaylı gezebilmek ve tüm ilçelerine gidebilmek dileğiyle...
Güle güle Mersin.
Harika bir yazı olmuş kardeşim bana tekrardan Mersini gezdirmiş kadar oldun :D
YanıtlaSil🙏🙏🙏
YanıtlaSil