HONAZ DAĞI: BÖLÜM 2
HONAZ DAĞI: BÖLÜM II
02.01.2022
Dalgaları karşılayan gemiler gibi ,
gövdelerimizle karanlıkları yara yara
çıktık, rüzgarları en serin
uçurumları en derin
havaları en ışıklı sıra dağlara
Arkamızda bir düşman gözü gibi karanlığın yolu.
Önümüzde bakır taslar güneş dolu
Dostların arasındayız!
Güneşin sofrasındayız!
02.01.2022 tarihinde PAKDOS Denizli öncülüğünde düzenlenen
Honaz Dağı Zirve Faaliyeti ile ilgili izlenimlerimi anlattığım yazımın 2.
bölümüne Nazım Hikmet’in dizeleriyle başlamak istedim. Fırtınalı ve soğuk
zirveden inişe geçerken grup biraz dağınık bir hal almıştı. Yolu belirlememizin ardından tekrardan yürüyüş koluna geçildi ve Arnavut kaldırımı taşlı yola gerek
kayarak gerek yan yan basarak inildi. Bu yolda yürümek daha zordu çünkü taşlar
buz tutmuştu ve zaman zaman sendeleyen hatta yere düşen sporcular oldu. Zorlu hava şartlarına rağmen zirve
yapabilmenin mutluluğuyla dönüş yolunda ilerlemeye devam ediyorduk. Bir küçük
mola esnasında bugün bizlerle beraber olan Prof.Dr Gülnur Tumbat’ı dinledik. Everest’e
Nepal tarafından ilk Türk kadın dağcı olma unvanının sahibi ve bugün bizleri
onurlandıran efsane dağcı şunları söylüyordu:
" Öncelikle çok teşekkür ederim davet için hepinize. Denizli’ye
annemi ziyarete gelmiştim. Son dakikada böyle bir etkinlik olduğunu duyunca
bana gece apar topar bot ve baton bulundu, bu sayede etkinliğe katılma, hepinizle
tanışma fırsatım oldu. Ben Denizliliyim. Burada doğup büyüdüm. Bekilli’nin bir
köyündenim aslında. Okula erken başlamıştım ve o yüzden erkenden üniversiteyi
kazanınca 16 yaşında Denizli’den ayrıldım. ODTÜ’ye gittim. ODTÜ’nün kapısından
içeri girince olaylar gelişti. Ben çevre mühendisiyim, çevre mühendisliği
okudum. Dağcılık da orada başladı, ODTÜ ekolünü biliyorsunuz. Mühendislik
okurken risk üzerine çalışıyordum. Boğazdan geçen tankerlerin risk analizlerini
yaptım ve denizcilik müsteşarlığının bu konuda kullandığı ilk kaynak benim
tezimdir. Doktora için Amerika’ya gittim. Doktora tezim riskin tüketimi ve
pazarlanmasıydı. Doktoraya başvururken yazdığım başvuru mektubu dağcılık ile
ilgiliydi. Sadece sporcu olarak değil entelektüel bir birikim olarak da
bakıyorum dağcılığa. Doktora tezim için 2004’te Everest Ana Kampta iki ay
çadırımda yaşadım ve verilerimi topladım. Babamın vefatından sonra riski kabul
etmeyi öğrendim. 2014’teki Everest’teki en büyük çığda bizim ekibimizden de 5
şerpa öldü ve bu da bir ders oldu bize kabul etmek konusunda. Riski yani ölümü
kabul ediyorsunuz .Kendimi onunla barışık hale getirmeliydim ki tekrardan
Everest’e gitme isteği oluşsun içimde. 2018’de kafa ve ruh olarak Everest’e
hazırdım ve çok iyi bir ekiple zirveye ulaşmak nasip oldu."
Gülnur hoca ile sohbetimiz bu kadarla sınırlı kalmayacaktı elbette. Moladan sonra grup dönüş yolunda ilerlemeye devam etti. Dik bir yamaçtan iniş esnasında Antalya’dan gelen bir sporcunun bacağına kramp girdi. Gülnur hoca soğukkanlılığı ve tecrübesiyle ufak bir masaj yaptı ve sporcunun bacağındaki kramp geçti. Ardından hemen magnezyum tableti bir şişe suya eklenerek sporcuya içirildi.
Yemek faslından sonra grup yavaş yavaş eşyalarını
toparlıyorken Halil Dağdaş abi de Gülnur
hoca ile ikinci bir söyleşinin hazırlığını yapıyordu. Ben de hemen oraya gittim
ve bu keyifli sohbeti dinledim. Halil abinin
“Everest’e çıkmadan önce, çıkarken ve çıktıktan sonra neler hissettiniz?
Hayat felsefenizle birleştirerek kısaca anlatır mısınız ?” sorusuna karşılık
olarak Gülnur hoca şunları söyledi:
“ Kısacası zor ama bir deneyelim. 2 aylık bir ekspedisyon ve
onun öncesinde yıllarca süren fiziksel, duygusal ve entelektüel hazırlık var.
2018’de gittiğimde ruhumla, kalbimle ve kondisyonumla Everest’e çıkmaya hazırdım.
Benim kontrolümde olan tüm hazırlıklarımı tam yapmıştım ve tam anlamıyla bir
ruh hafifliği hissettim ana kamptaki ekspedisyon süresince. Ben kendimden
emindim tabi ama dağı bilemiyorsunuz. İnanılmaz bir yorgunluk oldu çıkarken. Ama
artık öyle bir noktadaki olay, siz hissettiğiniz acıya ve yorgunluğa tepki
vermiyorsunuz. Kabulleniyorsunuz. İşte meditasyonun en üst noktası. Müthiş bir
huzur, hep o huzur noktasında durmak istiyorum. Fakat beyin durursan ölürsün
komutunu iletiyor vücuda. Aklına ailen geliyor ve inmek zorunda olduğunu
istemeyerek de olsa kabulleniyorsun.
Ana kamptan zirveye 4 günde çıktık ve zirveden ana kampa 2
günde indik. Şimdi 7 kıtanın 7 zirvesi projesi var, rüzgarlar öyle esti ve onu
da tamamlamak üzereyim, bir tek Antarktika kaldı. Kuzey Amerika’da McKinley
(6914 m), Güney Amerika’da Aconcagua(6959 m), Afrika’da Kilimanjaro (5895 m), coğrafrafi
Avrupa’da Elbruz (5642 m), Okyanusya’da Carstensz Piramitleri (4884 m) ve Asya’da
Everest (8849 metre) hepsine tırmandım. Yani projeler bitmez! Bugün için de çok
teşekkür ederim sizlere.”
Prof. Dr Gülnur Tumbat’ı hayranlıkla dinlerken aklıma Travenian takma adlı yazarın bir kitabı olan Şibumi geliyor. Gülnur hocanın meditasyon ile ilgili bahsettikleri Şibumi felsefesiyle bazı noktalarda örtüşüyor. Üstelik bu Şibumi kitabındaki baş karakter de bir doğa sporları tutkunu, bir mağaracı. Bu kitabı okumanızı şiddetle tavsiye ederim. Daha sonra Gülnur hoca ile fotoğraf çekiliyoruz ve devam ediyoruz. Şimdilerde metruk vaziyetteki çoban evinin oradan geçip çıkarken kullandığımız rotaya giriyoruz. Şehir dışından katılan misafirlerimizin çok da karanlığa kalmadan yola çıkabilmeleri için tempoyu biraz daha artırıyoruz inişte. Bugün bize zirvesini hiç göstermeyen Honaz ilk kez kısa bir süreliğine sisten duvağını kaldırıyor ve zirvesini gösteriyor. Antik dönemin Cadmos’u heybetli Honaz Dağı…Oluştuğundan beri ne savaşlar ne medeniyetler gördü kim bilir?
İnişe orman içinde devam ediyorduk. Doğal olarak çıkışa göre
daha hızıydı grup. Likya Yolu hatıralarından ekonomiye, eğitimden Fransız
İhtilali’ne kadar ne varsa konuşuldu iniş boyunca. Ben ve Halil Dağdaş abi de
1997 yılında Honaz Dağı’nda da bir etabı düzenlenen 1.Hava Oyunları’ndan
bahsettik bir süre. Araştırmalarım sonucunda birçok veriye ulaşmıştım fakat bizim
Honaz’ın sadece yelken kanat ve yamaç paraşütü sporlarına ev sahipliği
yaptığını öğrenebildim. Dünyada bir ilk
olan ve “3.binyıla 3 Kala Sporda 3.Boyut” sloganıyla Türk Hava Kurumu
tarafından düzenlenmiştir bu organizasyon. 1925’te Gazi Mustafa Kemal tarafından
kurulan Türk Hava Kurumu ismi son yıllarda maalesef yangın uçakları meselesinden
dolayı çok kötü anıldı. Organizasyonun canlı şahitlerinden Halil Dağdaş abi
Honaz’dan çok sayıda paraşüt ve yelken kanatın havalandığını, hatta birkaç
yelken kanatın düştüğünü anlatıyor. Sonraki süreçlerde Honaz’a doğa yürüyüşü
için geldiğinde ise düşen yelken kanatın iskeletini oluşturan bir parçayı tesadüfen
bulduğunu ve o parçadan fabrikada çok güzel bir dağcılık kazması yaptırdığını
söylüyor. Tam da benim doğduğum senede ülkemizin ve şehrimizin böylesi müstesna
bir organizasyonun altından başarıyla kalkmış olması çok güzel. Yine
araştırmalarım sonucunda 1.Hava Oyunları için Türkiye’ye gelen astronot Neil
Armstrong ile hatırası olan birçok kişinin bloğunu okudum internette. 16 Temmuz
1969’da Neil Armstrong’u aya götürecek olan Apollo 11 dünyadan ayrılmaktadır. Fakat o
gün dünyadan ayrılan sadece Apollo 11 değildir. Türk havacılık tarihinin
kuşkusuz en büyük kahramanı olan Vecihi Hürküş o gün dünyadan ayrılarak ebediyete
göçmüştür. Cenazesinde ise sadece üç beş akrabası vardır…
Çam ağaçlarının arasından başladığımız yere ulaşmak
üzereydik. Tüm sporcular harika duygular içerisinde son birkaç yüz metreyi
yürüyordu. Bugün son kez ön taraftan sayı yollandı arkaya doğru. 66 sporcuyla
başlayan faaliyet yine 66 ile bitmeliydi. Öyle de oldu. Honaz Hava Radar’da
Güvenlik Sorumlusu olan Fatih Arslan komutanımızla beraber yerdeki çöpleri
toplayıp bir poşete koyduk. Artık servislere ulaşmıştık. Her güzel şeyin
bittiği gibi bu faaliyet de bitmişti. Geriye dönüp baktığımızda bize çok şey
kattığını görüyorum bu faaliyetin.
Mesela bu faaliyete katılamamış olsaydım Bursa’dan gelen ve “Anadolu Parsı” unvanı için 81 ilde 81 zirve projesiyle yola çıkan, bugün bizimle 48. zirvesini yapan çok kıymetli Melek Kıyı Aydın ile tanışamayacaktım. Melek hanım çok samimi, cana yakın ve entelektüel bir insan. Faaliyet esnasında veya molalarda muhabbet ettiğimizde dağlardan, kitaplardan söz etti hep. Gençlerin böyle etkinliklerde yer aldığını görmekten de mutlu olduğunu ekledi. Etkinlikten sonraki günlerde Melek hanımın kişisel sosyal medya hesabında okuduklarımız gerçekten harikaydı. Özellikle eşi Ali Aydın’ın kaleme aldığı “Honaz Dağı: Dişi Parsın Epopesi “ başlıklı destansı anlatım müthişti. Melek Kıyı Aydın ile tanışmak gerçekten çok özeldi. Kendisinin takipçisi ve çıkaracağı kitabın da okuyucusu olacağız. Melek Kıyı Aydın ile bir de hatıra fotoğrafı çektirip servislere biniyoruz. PAKDOS’un öncülüğünde düzenlenen Honaz Dağı Zirve Faaliyeti sona erse de dostluklar baki kalıyor. Şehir dışından gelen tüm misafirlerimizi yine PAKDOS’un düzenlediği mayıs ayındaki Ulusal Karababa Şenlikleri’ne davet ediyoruz.
Faaliyetin düzenlenmesinde emeği geçen PAKDOS yönetimine
Anlatımlarıyla, bilgisiyle ve tecrübesiyle hep yanımızda olan Halil Dağdaş'a
Liderimiz Bülent Aydın'a ve artçımız Mevlüt Özil'e
Farklı şehirlerden gelerek etkinliği ulusal bir statüye kavuşturan tüm doğa dostlarına
Everest'e Nepal tarafından tırmanan ilk kadın dağcı olan hemşerimiz Prof. Dr. Gülnur Tumbat'a
Anadolu Parsı unvanı için 81 ilde 81 zirve projesi kapsamında bugün bizimle olan Melek Kıyı Aydın'a
Kısacası tüm sporculara, tüm doğa dostlarına, tüm katılımcılara
ÇOK ÇOK TEŞEKKÜRLER, AYAKLARINIZA SAĞLIK!
Hiç yorum yok