ÇİVRİL AKDAĞ ZİRVE YÜRÜYÜŞÜ
29.09.2019 PAKDOS ÇİVRİL AKDAĞ ZİRVE YÜRÜYÜŞÜ
Telefonumun 04:45’e kurduğum
alarmı heyecanlı heyecanlı çalıyordu. Kalktım. Akşamdan hazırladığım çantamı
kontrol ettim. Giyindim. Kulaklığımı taktım ve tam 05:00’da Çınar Yeni Camii
yanındaki toplanma alanına doğru seri adımlarla yürümeye başladım. Yoldan tek
tük geçen otomobiller, erkenden dükkânı açmış fırıncılar, çöpten plastik
şişeleri toplayan adam ve beni yol boyunca takip eden defalarca kovalamaya
çalışmama rağmen gitmeyen on metre kadar geriden beni izleyen minik bir kangal
yavrusu…
Eye of the tiger eşliğinde
İstiklal Caddesi’nin girişine varıyorum ve bir simit bir meyve suyu alarak
yürür vaziyette kahvaltı ediyorum. İstiklal’in soğuk mermer kaldırımlarında bir
ben varım bir de akşamdan kalma sarhoş bir genç…
Toplanma alanına vardığımda
ekipmanlarından dağcı olduklarını anladığım kişilerin yanına sokuluyorum. Grup
lideriyle tanıştıktan sonra araca biniyorum ve arka dörtlüde boş kalan bir
koltuğa oturuyorum. PAKDOS -Pamukkale Arama Kurtarma Doğa Sporları Kulübü- ile
ilk gezim ve bu ilk gezi de bir zirve yürüyüşü olunca heyecanım katlanıyor.
Araç kuzey doğu yönünde
ilerliyor. Sağ tarafımızdan vuran gündoğumu biraz olsun ısınıyormuş hissi
veriyor. Hava genel olarak soğuk değil ama insanın içine anlık titreme
girebiliyor. Yan tarafımda matbaacı Hasan amca ve onun köylüsü Cemal amca tatlı
bir münakaşa içerisinde. Diğer yanımda ise bisikletle tüm Denizli’yi dolaşmış
hatta Kıbrıs’a geçerek oralarda da bisiklet sürmüş Erhan abi var. Erhan abi hiç
konuşmadan Çivril Ovası’ndaki uçsuz bucaksız tarlaları seyre dalmış…
“Çivril adına ilk kez Miryokefalon Savaş’ını anlatan Bizans
belgelerinde rastlanmış. Çivril adı Selçuklu Devleti zamanı Anadolu’ya göç
etmiş olan Çağatay Türklerinin kullandığı Türkçe ’de suyu bol olan yer, sulak
yer anlamına gelmektedir. Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu dönemlerini yaşamış
olan Çivril sonrasında Sahip Ata Oğulları ve Germiyanoğluları beyliklerinin
kontrolüne geçmiştir. Moğol işgali ve fetret devrinin akabinde Osmanlı Devleti
hakimiyetine girer.”
Çivril merkezi ve birkaç köyü
geçtikten sonra parkurun başlayacağı Sığırkuyruğu Yaylası’na toprak yoldan
korkunç bir tırmanış başlıyor. Ara sıra uçurumdan yuvarlanacağız hissi geliyor
ve aynı zamanda araç bizi sürekli olduğumuz yerde zıplatıyor. Çam ağaçlarının
arasında ilerlemeye devam ediyoruz. Biraz daha yükselen güneş ağaçların
arasından bize dokunup kaçıyor. Ve işte Sığırkuyruğu Yaylası…Tabelayı görünce
neden bu isim düşünüyorum fakat tabelanın arkasındaki geniş düzlük boyunca her
santimetre kareye itina ile sığır tezeği bırakıldığını görünce bu neden
sorusundan vazgeçiyorum. Bu sırada lider tarafından gerekli uyarılar yapılıyor.
Her şey hazır. PAKDOS ile ilk yürüyüşüm başlamak üzere…
“PAKDOS beklemez!”
Oldukça tempolu bir kalkış oldu.
Bir süre düzlük yolda ilerledikten sonra tırmanış başlıyor. Çamların arasında
kozalaklara basa basa, pürlerde kaya kaya ilerliyordu grup. Genel olarak irtifa
kademe kademe yükselsin diye “Z” çizerek ilerliyorduk. Az ileride küçük bir
mola verildi. Yürüyüşün en zor kısmının başlangıç kısmı olduğu belirtildi ve
kendisini kötü hisseden birinin olup olmadığı soruldu. Bir problem olmadığı
anlaşıldı ve grup artık tek sıra düzeninde ip gibi ilerliyordu. Bu kadar erken
bir saatte burada olmak şehir havasından bıkmış olan ciğerler için de oksijen
bayramı demekti.
İrtifa arttıkça PAKDOS küçük
molalar verdi. Sıvı takviyeleri yapıldı bu esnada grubun geride kalanları da
gruba yetişti. Prensip olarak bu grupta herhangi bir sebepten ötürü artçının
arkasında kalınamazdı. Olası bir ihtiyaç durumunda artçıya haber verilirdi. Artçı
da yakasındaki telsiz vasıtasıyla lidere haber verirdi.
Büyükçe bir ağacın güneye bakan
cephesine karıncalar tarafından devasa bir yuva inşa edilmişti. Ve karınca
kolonisi bu yuvayı büyütmeye devam ediyordu. İnsanoğlu olarak doğadan biraz
ilham alsak daha iyi yerlere geleceğimiz kesindi. Ormanlık alan bitti.
Yürüyüşün bundan sonraki safhaları kayalık, taşlık ve kuru otluk alanlardı.
Yine bir molada grup lideri bu
dağın Denizli’nin vahşi yaşam yönünden en zengin dağı olduğunu söyledi. Bir
kısmını görme şansı elde ettiğimiz kartallar, doğanlar ve göremediğimiz
geyikler, dağ keçileri ve diğer vahşi türler… Sözde “Milli Park” olan bu
muhteşem bölgede maalesef ki ücretli avcılık yapıldığını, hatta yabancı
ülkelerden buraya sırf geyik avlamak için konaklamalı turlar düzenlendiğini
duyduk. YAZIK!
İrtifamız biraz daha artıp bu
kayalık ve yorucu yamaçtan sonra bir anda panoramik bir manzara bizi karşıladı.
Zirvedeki bayrağımızın gökyüzü ile birleştiği yer buradan az da olsa
seçilebiliyordu. Zirvenin etrafına serpiştirilmiş kurak tepelerde buradan tüm
çıplaklığıyla görünüyordu. Aşağıya doğru baktığımızda ise ormanın sık dokunmuş
örtüsü, vadiler ve ufak tepeler bizi karşılıyordu. Mermer ocaklarını andıran
devasa kaya kütlesinin altındaki patikadan ilerledi grup. Yere yakın ardıçlar,
deve dikenleri, kabuk değiştiren bir yılanın pullu derisi, botların altımda
gıcır gıcır eden taşlar, bizden önce buradan geçmiş keçilerin fıstık
büyüklüğünde dışkıları…
Bir sonraki molamız meyve
molasıydı. Diğer molalara nazaran biraz daha uzun sürdü. Mola verdiğimiz
yamaçta açı daha da genişlemişti. Solumuzda tüm hatlarıyla Çivril ovası da
belirmişti. Biraz ileride taştan bir çoban evi vardı. Bu çoban evi metruk
gibiydi fakat damında iki tane eşek bağlıydı. İki parmak arasında kırılan ince kabuk
cevizler, sarı-kırmızı elmalar, kurutulmuş cennet elmaları, havuçlar, mandalinalar,
bisküvi arası lokumlar yendi. Sıvı takviyesi de yapıldı ve PAKDOS devam etti. Bizim
grup kadar disiplinli olmasa da zirveye tırmanmaya çalışan yöreden insanlar
vardı burada.
Tırmandıkça tırmandık. İtiraf
etmek gerekirse bir noktada laktik asit kendini iyiden iyiye hissettirdi. Alt
bacak kaslarım -gastrosoleus kas grubu- bırak zirveyi şuracıkta otur dinlen
diyordu. Fakat aldırmadan grubun ön kısmında devam ettim. Böylece psikolojik
olarak daha az yorulmayı hedeflemiştim. Hakim bir noktada yine mola verdik. Düzlük
bir noktaydı ve ucunda kayalıklar vardı. Kayalıklara çıkıp kollarını açınca
insan uçacağını zannediyordu. Tam da bu noktadan karşı kayalıkların arasında
büyümüş kıpkırmızı yaprakları olan tek bir ağaç görünüyordu. Bozkır renginin
içinde kırmızı gelinlik giymiş bir ağaç...
PAKDOS'un zirveden önceki son
molasıydı bu. İrtifa arttıkça doğal boğaz dediğimiz noktalarda yel vardı. Yürüyüş
temposunda atılan ter bu eserle birleşip hasta edebilirdi. O yüzden montumu
giydim. Artık zirveye çok az kaldığı hissediliyordu. Çivril havzasını gören
yamaçtan zirveye doğru ilerledik. 9 dil bilen Alex, beni bu grupla tanıştıran
Ramazan amcam, yılların tecrübesi Makbule abla... Her biri belki bu zirvelere
defalarca çıkmıştı ama hepsinin yüzünde en az benim kadar heyecan vardı. Galiba
bu işin kuralı buydu. Heyecanını kaybetmemek...
Ve zirve… İnanılmaz, inanılamaz
bir manzara… Şahane bir panorama… Gökyüzü, güneş… Ne kadar da yaklaştık güneşe.
Ve ışıklı gölünün eşsiz manzarası… Sanki bir uzay mekiğinin içinden dünyayı
seyrediyor gibiyiz. Gölün mavilikleri okyanusları, gölün kurumasıyla oluşan
alanlar da kara parçalarını oluşturuyor.
Grup flamasıyla ve bayrağımızla
bu anı ölümsüzleştirmek üzere toplanıyoruz. Bu esnada zamanlayıcıyı ayarlayıp
kadraja girmek isteyen Ali Fuat abi Canon marka makine rüzgârdan devrilince
irkilmedi değil. Her şey ayarlandıktan sonra ortaya Atatürk büstünü de alarak
bu anı ölümsüzleştirmeyi başarıyoruz.
Tam 3 ilin -Denizli, Uşak, Afyonkarahisar-
sınırında ve 2431 metredeyiz. Zirve noktası Denizli ili sınırlarında kalıyor.
Bulunduğumuz noktadan Acıgöl grabeni ile üzerindeki sis örtüsü, Honaz Dağı,
Madran Dağı, Karcı Dağı, Karababa, Eşeler Dağı ve daha birçok dağın dumanlı
başı gözle seçilebiliyor. Akıllı telefonlardaki bir uygulama sayesinde de anlık
rakım ve etraftaki dağların adları, rakımları saniyeler içinde öğrenilebiliyor.
Zirvede sıra "PAKDOS
sofrası" kurmaya geliyor. Herkes çantasında ne varsa ortaya koyuyor.
Muazzam bir şey bu. Makbule teyzenin barbunya ve turşusu, haşlanmış patates, haşlanmış
yumurta, zeytin, domates, acı ama o anda dünyanın en tatlı soğanı, ekşi çoban
katığı, yufka ekmeği ve hatırıma gelmeyen envai çeşit mütevazi
yiyecek...Yemeğin ardından Işıklı Göl manzarasına karşı içilen çaylar da
herkesin kendini ödüllendirmesi gibiydi. Işıklı Göl manzarası beni de kendimden
geçirmişti. Çantamı başımın altına koyup, şapkayla da güneşi tutarak uzandım ve
bu eşsiz manzarayı dakikalarca temaşa ettim.
Zirvede ilgimi çeken bir diğer
şey binlerce uğur böceği olmasıydı. Neredeyse her kuru ot dibinde, her taşın üzerinde
uğur böceği toplulukları vardı. Herhalde onların habitatı burasıydı.
Çivril havzasını o kadar
yüksekten görüyorduk ki sanki her tarlaya farklı renkten halılar yan yana
serilmiş gibiydi. Böylesine bir renk cümbüşü ile karşılaşacağımı hiç
beklemiyordum doğrusu. İlk PAKDOS maceramda bu kadar harika duygular yaşamak bu
grupla daha gidip tırmanacağım çok zirve olduğunu ortaya koyuyordu.
Zirvede yine bir başka dağcılık
grubu olan Uşak Rota Dağcılık ile karşılaşıyoruz ve onlarla günün anısına güzel
bir fotoğraf veriyoruz.
Bizim grubun artık inişe geçme
vakti gelmişti. Gönül isterdi ki bu zirvede uğur böcekler gibi günlerce kalmak,
kamp yapmak, insandan ve şehrin kasvetinden uzak inzivaya çekilmek...Dan
Brown'un "Unutma, yokuş aşağı inmek kolaydır fakat en güzel manzara
tepeden seyredilir." sözü o anlarda kafamın içinde bir yerlerde geziniyordu.
Tepemizde süzülen doğanlar gibi
grupça süzüle süzüle iniyoruz. Doğal olarak inişimiz daha kolay ve hızlı ama
dizlere binen yük bağlar ve kaslar için azami derecede tehlike demek. Özellikle
iniş için yürütüş batonlarının eksikliğini çekiyorum.
Çıkarken mola verdiğimiz
noktalarda yine içecek ve meyve molaları vererek ilerliyoruz. Yabani kekikler
kendilerine dokunulunca kokularını etrafa saçıyorlar ve bu keskin aromatik
kokuları içimize çeke çeke inişe devam ediyoruz. Sadece bir yerde gelirken
kullandığımızdan farklı bir rota kullanarak vakitten tasarruf ediyoruz. Orman
üst sınırına ulaştık. Ormanlık alandan aşağıya indik ve yabani böğürtlenler arasında
mahsur kalmış düz yola ulaştık. Bu yolda ilerledik ve ilk başladığımız noktada
zirve yürüyüşümüzü tamamlamış olduk.
Geldiğimiz araç şu an herkes için
çöldeki bir vaha gibiydi. Bagajdan sular çıkartıldı ve herkes suluğunu, şişesini
doldurup kana kana su içti. Yayladan araçla inerek Sandıklı sınırlarındaki
Kocayayla'da mola verdik. Burası kartpostallık bir görsel niteliğindeydi.
İlerde otlayan sürü halinde koyunlar, yılkı atları, gölet içindeki bitki
toplulukları...
Burası güzel olmasının yanında
doğa severleri endişelendiren bir tesis aynı zamanda. Doğaya bu kadar kolay
ulaşmak bilinçsiz avcılığı, çevre kirliliğini, orman tahribatını tetikleyecekti
maalesef.
Buradaki moladan sonra artık dönüş yolculuğumuz başlamıştı. PAKDOS ile yaşadığım ilk tecrübemden oldukça keyif almıştım.
Hiç yorum yok