SON GÖNDERİLER

GARİP BİR İSTANBUL SEYAHATİ

 

GARİP BİR İSTANBUL SEYAHATİ




19.03.2016

Tarihler 19 Mart 2016'yı gösteriyor. Ben ve beraberimdeki 3 arkadaşım daha üniversite 1.sınıf olmamıza rağmen okuduğumuz bölümle ilgili ciddi bir kongreye katılmak üzere otobüsün arka 4'lüsünde yola çıkıyoruz. Planımız kongreye katılmak, katılım belgelerini almak, gezmek ve eğlenmek. Sabahın erken saatlerinde daha gün doğmamışken İstanbul'a ulaşıyoruz. Bizi zincirleme bir trafik kazası karşılıyor. Kazaya karışan araçların enkazından yaralıların ve ölülerin çıkarıldığını görüyoruz. Türlü aksiliklerin başımıza geleceği İstanbul macerası işte böyle başlıyor.


Otobüs Esenler Otogarı'na ulaşıyor ve otogarın korku filmi çekilse hiç yadırganmayacak, karanlık, virane kısımlarından geçip perona yanaşıyor. Sanırım şimdilerde Esenler Otogarı'nın o eski halinden eser yok. Otogardan hemen bir taksi çeviriyoruz ve kongrenin yapılacağı Şişli Marriott Otel'e sürmesini istiyoruz. Otele ulaştığımızda daha kongrenin başlamasına birkaç saat vardı. Ermeni mezarlığı, Rum-Ortodoks mezarlığı ve İtalyan-Musevi mezarlıklarının arasından yükselen bu heybetli yapının lobi katındaki salonda yapılacaktı kongre. Ellerimizdeki valizlerle dışarıdan 90'larda askerden gelenleri ya da Kemal Sunal filmlerinde köyünden İstanbul'a iş bulmaya gelenleri andırdığımız kesindi. Derken bu düşüncelerimi pekiştiren bir olay oldu. Sigara kullanan bir arkadaşım tam da otelin giriş kapısının önünde, sigarasını yakmak için cebinden üzerinde Rusça bir şeyler yazan devasa bir kibrit kutusu çıkardı. Böylesine elit bir otelin önünde yapılacak hareket miydi bu şimdi? Buralarda sigara mutlaka pahalı zippo çakmaklarla yakılmalıydı(!) kibrit de neymiş?


Otelin önündeki sigara faslından sonra içeri geçtik. Kongreye gelenler inanılmaz şık giyimli insanlardı. Her biri film galasına katılacakmış gibiydi. Biz ise eşofmanlarımızla sallana sallana resepsiyona yanaştık ve şehir dışından geldiğimizi bize giyinebileceğimiz bir yer göstermelerini rica ettik. Hemen o kattaki koridorun sağında bir oda gösterdiler bize. Bu oda muhtemelen otelin koridorlarını saat başı silen görevli ablanın malzemelerinin olduğu odaydı. Bir koltuk ve birkaç dolaptan başka bir şey bulunmayan ufak bir odaydı. Hemen giyindik ve kongreyi dinlemeye hazır hale geldik. Fakat bir sorunumuz vardı. Giyindiğimiz odanın kapısı açılmıyordu. Ne yaptıysak kapıyı açamadık. En son çareyi otelin resepsiyonunu aramakta bulduk. Cep telefonlarımızdan birini çıkartıp internetten otelin numarasını bulduk ve tuşladık. Telefonda konuşacak arkadaş kilitli kalmanın verdiği heyecanından olsa gerek telesekreter "for English press 9" dediğinde 9'u tuşladı ve İngilizce konuşan bir resepsiyonist bağlandı. O anda bırakın İngilizce konuşmayı kimse Türkçe bir iki kelimeyi bile yan yana getirip "Otelinizde bir odada kilitli kaldık." diyemedi. Sonunda görevli bizim bir şekilde kilitli kaldığımızı anlamış olacak ki odanın hangi katta olduğunu sordu. Biz de yarım yamalak tarif ettik. Birkaç dakika içinde kurtarıcımız kapıyı dışarıdan açtı ve bizi kurtardı. Ama yüzündeki muzip gülümseme ve zor tuttuğu patlamaya hazır kahkahası bizim sabahın erken saatlerinde bu otelde ne kadar komik bir duruma düştüğümüzün ispatıydı.


Nihayet kongre başlıyordu. Salon epey bir kalabalıktı. Kürsüden söylediklerine göre 500'ü aşkın bir katılımcı varmış salonda. Her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş. Ortam şahane. Bahçeşehir Üniversitesi FTR Kulübü harika bir iş çıkarmış. Sol tarafımızdaki ekranda #GeleceğinFizyoterapistleri etiketine atılan twitler anlık olarak gösteriliyor. Daha 1.sınıf olmamız sebebiyle konuşmacı hocaların anlattıklarından tek kelime anlamıyoruz fakat işte böyle bir ortamda bulunmaya meleke kesbetmek derler. Fazla meleke kesbetmekten uykumuz geldi ve kalabalıktan olsa gerek bir  de hararet bastı. Dört arkadaş birbirimize baktık ve biraz hava alalım diye daha konuşma arasına süre varken salondan dışarı çıktık. O sırada salon önünde ikramlar hazırlanmıştı. İkramlardan alıp bir köşeye çekildik ve nereden geldiği belli olmayan kırmızı bir tomurcuk gülü birbirimize verip durduk. Bu adı üstünde acayip bir seyahatti belki o gülü cebimize bizi sabah otogardan buraya getiren ve bize uzaylı görmüş gibi bakan taksici koymuştu.


Nihayet konuşmalara ara verilmiş ve bizim ardımızdan tüm salon ikramlara hücum etmişti. O sırada herkesi paniğe sürükleyen ve bir grup katılımcının da apar topar otelden ayrılmasına sebep olan bir haber geldi: "Taksim'de bir canlı bomba saldırısı gerçekleşti, ölen ve yaralananların olduğu bilgisi mevcut." Bir anda tüm iklim değişmiş herkeste bir panik havası oluşmuştu. 2016 yılı maalesef ki bu türden olaylara sahne olmuş bir yıldı. Patlama haberinin tüm ajanslarda son dakika olarak verilmesinden sonra İstanbul'da olduğumuzu bilen ailelerimiz üst üste aradı ve durumumuzu sordu. Patlamaya uzak olduğumuzu ve iyi olduğumuzu söyledik. Tabi ki ailelerimizin endişelenmemesi için söylediğimiz yalanlardı bunlar. Patlamaya çok uzak sayılmazdık ve o anki ruh halimiz pek de iyi değildi. 


 Kongreden sonraki vakitlerde çeşitli etkinlikler için planlar yapmıştık. Bunlardan ilki o gün Abdi İpekçi Spor Salonu'nda oynanması planlanan Galatasaray-Darüşşafaka basketbol maçıydı. Bu maç bombalı saldırıdan dolayı ileri bir tarihe ertelendi. Kongrenin yapıldığı otelden ayrıldıktan sonra ellerimizde valiz ve çantalarla yürüdük bir süre. O yılki canlı bomba saldırıları ve sabahki hadise insanların bize garip garip bakması gibi sonuçlar doğurdu. Her köşe başında ellerinde silahlarla terörle mücadele timleri vardı. Her metronun giriş çıkışları kontrol altındaydı. Ne yalan söyleyelim Şişli-Mecidiyeköy gibi kalabalık bir semtte ortalıkta dolaşmak mevcut ruh halinde çok korkutuyordu bizi. Metrobüse binerek akşam kalacağımız yere doğru hareket ettik. Kalacağımız yer Avcılar'daydı.


20.03.2021


Geceyi geçirdiğimiz yerden sabah erkenden ayrılıp yine metrobüsle kongrenin yapıldığı otele geldik. Kongrede bizim üniversiteden tanıdık simalar da vardı. Konuşmalar gün boyu sürdü. Bir ara oturduğum sandalyede sızıp kaldığımı hatırlıyorum. Maksat katılım belgelerini alıp mezun olduğumuzda iş ararken CV'ye eklemekti. ( Sonraki yıllarda CV dedikleri saçmalığın bir işe yaramadığını hayat bize öğretmişti.) O gün İstanbul'da Galatasaray-Fenerbahçe derbisi vardı. Kongreden sonra belki bir ümit biletini öğrenciye devredebilecek bir taraftar olur diye stada gitmeye karar verdik. Fakat öğleden sonra maçın ertelendiği haberi geldi. Dün gerçekleşen canlı bomba olayının etkisiyle stadyum çevresinde toplanacak kalabalığa yönelik provokasyon olabileceği için maç ertelenmişti. Bu haberi öğrendikten sonra katılım belgelerimizi alarak doğruca yine dün kaldığımız yere, Avcılar'a doğru yola çıktık. Karnımız epey bir aç olduğundan bize kalacak yer konusunda yardımcı olan arkadaşımızın tavsiyesiyle bir mekana oturduk. Mekan sahibi servis için masamızı ayarlarken önümüze koyduğu kağıtların üzerindeki bulmacayı yemek gelene kadar çözen kişilerden hesap almayacağını, yemeğin ikram olacağını söyledi. Masaya 4-5 tane de kalem bıraktı. Ustanın teklifi cazipti fakat neredeyse yarım gündür kimse tuvalete gitmemişti. Bulmacaları bırakıp sırayla lavaboya kalktık. Her gelen lavabonun çok acayip bir mimarisi olduğunu söylüyordu. Plastik bir kapıdan girilen lavabonun sağ tarafı el yıkamak için sol tarafı ihtiyaç gidermek içindi. İhtiyacını gidermek isteyenler sol tarafta 4-5 basamak merdiven tırmanıyordu. İhtiyacını gidermek için oturduğunda ise karşıdaki aynada kendisini tümüyle görüyordu. (Gerisini anlatmaya gerek yok, okura bırakalım.)


Yemeğimizi yedikten sonra bulmacaları çözemediğimiz için hesabı tıpış tıpış ödedik. Zaten o bulmacaların tam bir çözümü de yoktu. Serin bir Avcılar akşamında caddelerde biraz dolaştık. Bir yere oturup kahvelerimizi içtik ve muhabbet ettik. Kaldığımız binaya döndüğümüzde saat epey bir geç olmuştu. 10.katın penceresinden şöyle bir baktığımda ilerideki Atatürk Olimpiyat Stadyumu gözüküyordu. Küçükçekmece Gölü'ne vuran şehrin ışıkları da hoş bir manzara oluşturuyordu.


21.03.2016


Sabah uyandığımızda yine acayip bir gün olacağı belli oldu. Dün akşam yatmadan önce İstanbul'a kadar gelmişken bir süre daha kalmaya karar verdik, normal şartlarda kongre biter bitmez dönecektik. Yarın oynanacak bir Eurocup basketbol maçı vardı. 3 Galatasaraylı ve 1 Fenerbahçeli olarak fikri onayladık. Madem öyle salona yakın bir yerde kalmalıydık gece. Kaldığımız mevcut binadan ayrılacakken "katılım belgelerini" bulamıyorduk. Tüm binayı alt üst ettik fakat katılım belgeleri toz olup uçmuştu. Oysa akşamleyin valizin içine koyduğumuzdan emindik. (Daha sonraları bu katılım belgelerinin konusu her açıldığında o akşam bizimle beraber bu binada misafir olan 5.kişiden, o gizemli dayıdan şüphelendik.)

Kalacak yer olarak salona yakın olduğu için ve öğrenci bütçesine uyduğu için Zetinburnu Öğretmenevi'ni ayarladık. Yolda bineceğimiz metrobüsü karıştırınca oraya varıp eşyalarımızı bırakmamız epey bir sürdü. Eşyaları bırakıp biraz dinlendikten sonra şöyle bir hava alalım diye dışarıya çıktık. Zeytinburnu çarşısında dolandık bir süre. Bir dükkanda gördüğüm Zeytinburnuspor atkısını atkı koleksiyonum için satın aldım. Daha sonra ara sokaklara girdik ve bir tekstil dükkanlarının önünden geçerken arkadaşlarımdan birinin "Şuna bakın!" demesiyle durduk o yöne baktık. Arkadaşım küçükken annesinin pazardan aldığı eşofman altının markasını anımsamıştı ve tabelada da o marka yazıyordu. Hemen tabelanın fotoğrafını çektik. Derken içeriden çam yarması gibi bir adam çıktı. "Hayırdır, niye buranın fotoğrafını çektiniz ?" dedi. Evet burada kesinlikle dayak yiyecektik yok yere çünkü içeriden birkaç tane daha adam çıktı geldi. O sırada bir arkadaşımız ufak ufak uzamıştı oradan ve biraz uzaklaşınca depara kalkmıştı. Kaldık 3 kişi. Bir arkadaşımız o anda durumu anlattı ve bizi dayaktan şu sözlerle kurtardı: "Abi küçükken bu marka eşofmanlardan annem bize alırdı o yüzden fotoğraf çektik, demek dükkanınız burasıymış." Adamlar pek ikna olmuş değildi ama yine de kafaları karıştı ve bizi saldılar. 

Bu gerilimin ardından karşımıza çıkan bir alışveriş merkezine girdik. Çok kalabalık sayılmazdı. Burada bayağı bir vakit öldürdük. Bir spor mağazasının önünde hareketlilik oldu. Ne oluyor demeye kalmadan insanlar ayakkabıları kapışmaya başladı. Meğer o saatte orada çılgın bir indirim varmış. Merak edip biz de girdik mağazaya. İndirim harbiden çılgındı. Normalde 200 lira üzeri olan ayakkabılar 20,30 ve 40 liraydı. Ben ve diğer bir arkadaşım birkaç çift krampon aldık top oynarız diye. Mağazada ayakkabıların kutusu bile kalmamıştı dakikalar içinde. AVM içinde biraz daha dolaşıp dışarıya çıktık. Vakit akşam olacaktı ve karnımız da acıkıyordu. Bir hamburgerciye oturduk. Siparişlerimizi verdik. Önümüzdeki parkta kaykay ve patenleriyle eğlenen çocuklar vardı. Bugün de güneş böyle batmıştı.


 Öğretmenevine döndüğümüzde duşumuzu aldık ve dinlenmeye geçtik. Televizyonda Anadolu Efes maçı vardı. O sıralar yeni basketbol hakemi olduğum için hiçbir maçı kaçırmıyordum ve arkadaşlarım hakemlerin verdiği kararların doğruluğunu ben acemi hakeme soruyorlardı. Maç bitimi iki arkadaşımız uyudu. Ben ve bir arkadaşım da pencere kenarında muhabbet ediyorduk. O sıralar Atatürk Havalimanı daha taşınmamış olduğundan üzerimizde müthiş bir uçak trafiği vardı. İnişe geçen uçakların motor sesleri odaya doluyordu. Yine alçalan bir uçağa bakarken kuyruğundaki Borussia Dortmund logosu dikkatimi çekmişti. 


22.03.2016


Ve nihayet maç gününe uyanmıştık. Uzunca bir uyku, güzel bir açık büfe kahvaltının ardından dışarı çıkacaktık. Galatasaray atkım da boynumdaydı tabi. Yine ara sokakları kullanarak sahile inip orada vakit geçirecek ve yürüyerek Abdi İpekçi Spor Salonu'na geçecektik. Bir müddet yürüdükten sonra kendimizi FOX TV'nin otoparkında bulduk. Binanın girişi de hemen karşıdaydı ve birtakım insanlar personel kartlarını okutup içeri giriyordu. Bir ara "Biz Fatih Portakal'ın misafiriyiz, buraya gelmemizi söyledi." diyerek içeri girme fikri aklımıza geldi ama bu fikirden hemen vazgeçtik. Sergüzeştin haritası ve pusulası olmaz diyerek yürümeye devam ettik. Sahile indik. Etrafta tek bir tane T.C. vatandaşı görmemin imkanı yoktu. Türkiye'ye sığınan mültecilerin sayısı o yıllarda hızla artmıştı ve kendimizi Zeytinburnu sahilde buranın yabancısı gibi hissetmiştik. Bir süre yürüdük sahilde ve  kayalıklara oturduk. O sırada bir arkadaşımızın kafasına kimin attığı belli olmayan bir kola tenekesi isabet etmişti. Bir belirsizlik daha...


Maç saati yaklaşmıştı. Gişelerden biletimizi almak için salonun yan tarafına ilerledik. İlk gelenler bizdik. Polisler bizi biraz garipsemiş olmalı ki durdurdu ve burada ne aradığımızı sordu. Biletlerimizi ayırttığımızı ve onları almak için geldiğimizi söyleyince polisler yumuşadı. Biletlerimizi aldıktan sonra Yedikule surlarını seyredebileceğimiz bir yere oturduk ve salon kapılarının açılacağı saati bekledik. Kalabalık arttıkça bizdeki heyecan ve ya yine bombalı saldırı olursa korkusu arttı. Didik didik aranmak suretiyle salona alındık.


 Koltuklarımızı bulduğumuzda takımlarda ısınmak için parkeye  geliyordu. İlk maçı deplasmanda 99-89 kaybeden Galatasaray'ın turu geçebilmesi için bu maçı en az 11 sayı farkla kazanması gerekiyordu. Şimdi yerinde yeller esen Abdi İpekçi Spor Salonu o gece coşkulu bir kalabalığa ev sahipliği yapacaktı. Öyle ki buranın atmosferi fanatik Fenerbahçeli arkadaşımıza bile sesi kısılana kadar Galatasaray marşı söyletecekti. Orta yuvarlağın tam üzerinde tavandan sarkan devasa skorbord artık maça 7 dakika kaldığını gösteriyordu. Hakemler ve takım kadroları tanıtılacaktı. İşte en sevdiğim an. Sıra Galatasaray takımını tanıtmaya geldiğinde 10'dan geriye doğru sayarak salonun tüm ışıklar sönmüş ve telefonların fenerleri yanmıştı. "Turn down for what" eşliğinde anonsör oyuncuların numarasını ve ilk ismini söyleyip soy ismini tribünlere bırakıyordu. Müthiş bir koro halinde takım kadrosu sayıldı ve artık tüm tribünler hava atışını bekliyordu. 


Hava atışından önce patlamada hayatını kaybedenler için saygı duruşu yapıldı. Hava atışıyla beraber tribünler bestelere başladı ve maç boyu yanımızdaki arkadaşı bile duyamadık. Galatasaray'ın attığı her sayıda bir coşku tufanı kopuyor ve rakip kendi pota altından oyuna başladığında inanılmaz bir uğultu oluyordu. İlk çeyrekten işler yolunda gibi görünüyordu. Hakemlerin düdüklerinin bile duyulmadığı müthiş bir ortam vardı ve her geçen saniye Abdi İpekçi ısınıyordu. Devreye 18 sayı önde giren bir Galatasaray ve "We are the best Galatasaray!" diye inleyen tribünler vardı. Üçüncü çeyrekte oyun biraz sıkışmıştı ve tribünlerin de modu ufaktan düştü. Rakibin kaçırdığı bomboş turnike ve smaçlar sayesinde çeyrek 9 sayı farkla bitti. Yarı final yolunda son 10 dakika olduğunun bilincine varan tribünler tekrar canlandı. Çeyreğin ortalarında hücum süresinin bitimine 2 saniye kala alınan bir mola ve dönüşünde bulunan 3 sayılık isabet bence bu maçı çözen andı fakat son 30 saniyede bile maçı hala kopartamamıştık fark 9'du. Bize lazım olan en az 11'di. 5 saniye kala 13 sayı farkı bulmuştuk ve son savunma maçı getirmişti. Bu yolun sonunda yine bu salonda kalkacak bir Avrupa kupası vardı. 


Maçın ardından kalabalığa karışmamak için çift şeritli yolun ortasında yürüyerek ve kendimize küfrettirerek öğretmenevine dönüp eşyalarımızı aldık. Bir taksiyle otogarın yolunu tuttuk. Garip bir İstanbul macerası burada sona ermişti. Sevinç, hüzün, korku, şaşkınlık ve daha birçok duyguyu yaşadığımız bu İstanbul macerası ve 2016 yılının tümü tıpkı How I Meet Your Mother dizisindeki Ted'in çocuklarına anlattığı gibi anılarla dolu bir halde tarihteki yerini aldı. 


...SON...

Hiç yorum yok

'; (function() { var dsq = document.createElement('script'); dsq.type = 'text/javascript'; dsq.async = true; dsq.src = '//' + disqus_shortname + '.disqus.com/embed.js'; (document.getElementsByTagName('head')[0] || document.getElementsByTagName('body')[0]).appendChild(dsq); })();